Sosyal Fobi olarak da bilinen Sosyal Kaygı Bozukluğu, Anksiyete Bozukluğu türlerinden biridir. En temel özelliği kişinin başkaları tarafından değerlendirilmeye, incelenmeye maruz kalabilecekleri durumlar karşısında yoğun bir kaygı ve korku yaşamasıdır. Toplumsal etkileşimler (örn, insanlarla karşılıklı konuşmak, tanıdık olmayan kişilerle karşılaşmak), gözlemleneceklerini düşündükleri durumlar (örn, yemek yeme, bir şeyler içme, birileri yanındayken yazı yazma) ve diğer insanların önünde bir eylem gerçekleştirme (örn, topluluk önünde bir konuşma yapma) bu gibi durumlara örnektir.
Utanmaya, rezil olmaya, küçük düşmeye ya da hakkında kötü düşünülmesine dair hissettikleri yoğun korku da bireyleri kaçınmaya iter. Böylelikle kaygı beslenmiş olur ve sosyal ortamlardan uzak kaldıkça kişinin böylesi durumlara dair korkuları gün geçtikçe artarak pekişir. Son zamanlarda yapılan yeni çalışmalar, yalnızca kötü deneyimlerin değil olumlu deneyimlerin de sosyal fobiyi beslediğini söylemektedir. Yani, sosyal ortamda olumsuz bir geribildirim alan birinin zaten kaygılanıp bir daha öyle bir duruma girmekten kaçınacağını söyleyebiliriz fakat aynı zamanda iyi bir performans gösterip olumlu dönütler alan birinin de bir daha aynı performansı gösteremeyeceğine yönelik kaygısının arttığı ve yine kaçınma davranışına başvurarak adeta bir kısır döngü içinde sıkışıp kaldığı söylenebilir.
Kaygısı olan kişiler sosyal deneyimlere genellikle “filtreli bir gözlük” ardından bakarlar. Yani, tüm dikkatlerini kendilerini gözlemlemeye odaklamakla kalmayıp aynı zamanda korku ve kaygılarını besleyebilecek en ufak bir mimik dahil her türlü kanıt arama üzerine yoğunlaşırlar. Bu da çoğunlukla o kadar da gerçekçi olmayan düşüncelere sorgulamadan inanmaya, kaygı ve kaçınma davranışını pekiştirmeye neden olur. Örneğin, sokakta karşılaştığı sınıf arkadaşı yüzüne bakmadan çekip giden birinin kaygı gözlüğüyle olaylara baktığında aklında beliren otomatik düşünce “Beni görmezden geldi. Benimle konuşmak istemiyor”, hatta büyük olasılıkla “İnsanlar beni sevmiyor” olacaktır. Ama sınıf arkadaşının gözlüklerini yanına almayı unutmuş bir miyop olduğunu ya da o gün kafası çok karışık olduğu için kendisine bakışlarını çevirse de görmemiş olabileceğini göz ardı eder.
“Nasıl düşündüğümüz nasıl hissettiğimizi belirler” kaygı ile çalışırken sıkça kullandığımız cümlelerdendir. Sosyal kaygıyla çalışırken de bilişsel olarak kaygıyı besleyen düşünceleri seanslarda ele alır, gerçekliğini ve işlevselliğini inceleyerek çeşitli kanıtlar bulmaya çalışırız. Bazen de, düşüncelere ulaşmak kolay olmaz ya da saçma olduğunu bilsek de kaygılanmaya devam ederiz. Bu gibi zamanlarda ise “Bilişsel Davranışçı Terapi” modelinin davranışçı ayağı devreye girer. Kişilere bilimsel olarak kanıtlanmış ve kaygı düzeyini düşürdüğü bilinen çeşitli gevşeme egzersizleri öğretilerek önce bedenen sonra da zihnen rahatlama yolları öğretilir.
Sosyal fobide kullanılan diğer bir yöntem ise aşamalı maruz kalma ve duyarsızlaştırmadır. Kişi terapistiyle birlikte kendisini en az kaygılandırandan en çok olana doğru kaçındığı durumları listeler. Daha sonra kişi güçlendirilerek en alt basamaktan başlanarak kaçınılan durumlara maruz kalması istenir ve her seans bu deneyimler üzerine konuşulur.
Bilişsel Davranışçı Terapi, sosyal kaygı bozukluğu üzerinde başarı oranı en yüksek terapi ekollerinden biridir. Bu sebeple, sosyal alanlarda sürekli ve rahatsız edici kaygı yaşıyorsanız, bu durum sizi günlük hayattan ve aslında katılmak istediğiniz çeşitli aktivitelerden sizi geri tutuyorsa, kaygı kaynaklı bedensel tepkileriniz (çarpıntı, titreme, terleme vs) varsa ve zorlandığınızı hissediyorsanız bir psikolog yardımı almayı ihmal etmeyin.
Psikolog Feyza Ağzıtemiz
Uzm Dr Çağatay Uğur Muayenehanesi / ANKARA